29 Mayıs 2016 Pazar

Baskervillerin Köpeği

Sir Arthur Conan Doyle’ün 1902’de yayımlanan, serinin üçüncü kitabıdır. Sherlock Holmes ve en yakın dostu  Doktor Watson ile beraber içine düştüğü bu olağanüstü olay, dönemin dinsel ve mitsel olayalara yaklaşımını temel alarak polisiye-gizem konusunda yazılmış en iyi kitaplardan biri olarak değerlendirilir.   
Cehennemden gelen bir köpek olarak tanımlanan “Baskervillerin Köpeği”; iki karakterin mantıksal olarak çöktüğü, ve yoldaşlığın bir kelimeden fazla bir kavram oluğunu belirtirken  dönemin iktidar ve sosyal olaylarını eleştiren Doyle, aslında insanın korkularının kendi düşmanı olduğunu sıradışı bir olay ile gözler önüne sermektedir.
Sir Charles’ın öldüğü gece, cesedi bulan uşak Barrymore, seyis Perkins’i atla bana gönderdi, henüz yatmamış olduğum için bir saat içinde Baskerville`e varabildim. Soruşturmada ortaya konan bütün delilleri kontrol edip onayladım. Porsuk ağaçlı yoldan ayak izlerini takip ettim. Bir süre durup beklediğini gösteren ayak izlerinin değiştiğini gördüm; yumuşak çakıllı yolda Barrymore`dan başkasının ayak izlerine rastlamadım, sonunda cesedi dikkatle inceledim. Ben gelinceye kadar kimse dokunmamıştı. Sir Charles yüzüstü yatıyordu. Kolları iki yana uzanmış, parmakları toprağa geçmişti, yüzü tanınmayacak derecede bozulmuştu. Fakat herhangi bir fizikî yara yoktu. Yalnız soruşturma anında Barrymore yanlış bir beyanda bulundu. Cesedin çevresinde ve toprakta hiç iz olmadığını söyledi. Görmemişti! Fakat ben gördüm, biraz ileride çok net izler gördüm." Dr. Mortimer bir süre acayip acayip baktı bize, sonra adeta fısıldarcasına; "Mr. Holmes, bunlar dev bir köpeğin ayak izleri," dedi.

Dönemin edebiyat değerlerinden biri olan yabancılaşmayı, psikolojik ve sosyolojik yaklaşımla insanın kendine ve topluma yabancılaşması olarak niteleyen Sir Arthur; bireyin iç korkularını ve zihinsel çöküşü edebi bir dille kaleme alır. Sanayileşmiş bir toplumun ve çatışmalarla yıpranmış dünyanın içinde olayların üstesinden gelebilecek bir insan figürü ve kitabın kahramanı olan Sherlock Holmes, dönemin kalpsizleşmiş ve hissizleşmiş insanların figürü olarak kabul edilir. İyinin ve kötünün ötesinde adaletin aslında ne olduğunu bir kurgu ile her zaman dile getiren Sir Arthur, bu kurguda adaleti ve toplum düzenini sorgular.